
Ve tekrar tekrar fark ediyorum ki içsel eleştirmenin (hani şu hiç bir şeyi beğendiremediğimiz, sürekli şikayet halindeki iç ses) çok aktif olduğu zamanlarda, bir kritere göre ki genelde bu toplumunki oluyor, kendini ne yapman, ne kadar yapman, nasıl yapman gerektiğine göre değerlendiriyorsun ve aslında sana hiç de ait olmayan bir şeyden endişe ya da korku duyuyorsun. Korkmaktan korkmak gibi, üzülmekten çekinmek, seni izleyen hiç kimse olmadığı halde izleniyormuşsun gibi mükemmel olmaya çalışmak gibi…:)
Oysa ki; mesela hiç bir şey yapmamak, dinginlik içinde olmayı seçmek, bir sonraki adımın ne olduğunu bilmediğimizi kabul etmek ve savunmasız duyguların ortaya çıkması için yer açmak bizi tembel ya da zayıf yapmaz. Tam tersi…
Bunlar, en saf ve en güçlü iç görülerimize eriştiğimiz durumlardır.
Dış gürültüden ve hareketten uzaklaştığımızda, nasıl hissettiğimizi düzeltmeye çalışmayıp sadece kendimizi güvenli ve sevgi dolu bir nezaketle gerektiği kadar uzun süre tutarsak, dışarıdan nasıl görünürse görünsün, çözülüp gitmek, bırakılmak istenen şey ortaya çıkabilir…Bu esnada da sinir sistemimiz rahatsız edici duyguları hissetmenin güvenli olduğunu öğrenir: artık bunların bedeninizde saklanmasına ve tutulmasına gerek yoktur…Eski acı yavaş yavaş serbest bırakılmak üzere nefes alır.
En derin gerçeğimizle, kutsal eşsiz planımızla sonsuz iletişimin yolları böyle açılır.
En saf iç görülerimiz, bir sonraki adımı göremediğimiz böyle boşluk anlarında kendimizi böyle tutarken doğar.
🙂