



Yerin altına giresim gelmişti bir süreliğine… hem tam mevsimi; kış çıkışı, toprağın ısınmaya başladığı, Ateş Tanrıça’sının uyandığı, doğanın yavaşça uyanışının başladığı Brigit cadısının gününe az kaldı, hem de Ocak ayının bana sunduğu karanlık durumlar gitgide yoğunlaştığı için, yerin altında iyice besleneyim, neymiş bu durumların bana kattığı can suları, neyi ne kadar ciddiye almam gerek, neyi dönüştürmeme ramak kalmış, neyi dönüştürmeme daha kırık fırınlık ekmek var anlayayım istedim. Yeryüzünün farklı katmanlarına girdiğinde insan algısı da değişiyor tabi ki. Yerin altı derken tabi ki burada mitolojinin bana verdiği hayal dünyası ile bilinç altının bizi götürdüğü yerlerden bahsediyorum ya da eğer Şaman dünyasından haberdar iseniz, oradaki alt dünyadan bahsediyorum.
Lakin yerin altına girmeme gerek kalmadı. Yerin altı olmasa da yerin içi de aynı ilhamı verdi bugün. Beklemediğim bir yerde, beklemediğim bir mağarada. Son derece gündelik bir yürüyüşte, taze meraktan bakarken hem de. İçine girdiğim anda anne rahminde gibi hissettiğim yer. Biraz oturdum beklentisizce; tüm düşünce ataklarım, kavgalarımla, öfkemle, huzursuzluğumla…Yenilendim. Anne arketipini düşündüm, Jung’un söyleminde: “dar anlamda doğum ve döllenme yeri olarak tarla, bahçe, kaya, mağara, ağaç, kaynak, derin kuyu, vaftiz kabı, kap biçimde çiçek (gül ve lotus). Hakikaten sevinçle çıktım içeriden; tazelendim, şarj oldum 🙂 hem haklı kavgalarım için enerji, hem de bırakmam gereken kavgalar için içgüdü kazandım, bir sonraki yenilenmeye kadar tabi ki…Mağaranın içerisinde tatlı bir sürpriz olarak kristaller gördüm, bir parça aldım da 🙂
İnsanın doğayla bağlantısının ne kadar paha biçilmez olduğunu bir kez daha anımsadım:)
İyi ki!